52 Hafta Bilim / 25. Hafta — Sınav Meselesi ve Akademik Başarı

Yiğitcan Sümbelli
6 min readJul 24, 2021

Sorduğunuz zaman aldığınız cevapların genellikle birbiriyle benzediği bir konudur akademik başarının ölçütü ile lisansüstü eğitimin ilişkisi. Yüksek lisans, doktora ve daha üst düzey seviyelerde eğitim hayatına devam eden bilim insanlarının not ortalamaları genellikle yüksektir en başından beri. İlginçtir, bu bilim insanlarının yüksek bir çoğunluğu da bu durumun böyle olmasının bir gereklilik olmadığını savunuyor.

Bu yazıda da biraz kendi tecrübelerimden biraz da birkaç yıldır yaptığım gözlemlerden yola çıkarak akademik başarının ölçülmesi konusunda bir şeyler yazmak istiyorum. Yazıda akademik hayatımın dönüm noktaları olan 2 sınavdan bazı anılarıma da yer vereceğim, bunlarla birlikte biraz da geçmişin muhasebesini yapmış olacağım kendim için. Bunlara ilave olarak belirtmek isterim ki ben lisans hayatımı kimya bölümünde tamamlamış ve daha sonra lisansüstü eğitimine biyokimya alanında devam etmiş bir araştırmacıyım. Bu yüzden yazı büyük oranda sayısal bilimlerde karşılaşılanları konu alarak yazıldı.

3 Yıl Önce (2018)

Çok çok büyük keyif alarak tamamladığım yüksek lisans çalışmalarımı savunma zamanı gelmişti. Eğer bu engeli başarılı bir şekilde atlatabilirsem bir yüksek lisans mezunu olacak ve akademik hayatıma devam etme yolunda ilk adımı, yani en önemli adımı atmış olacaktım. Savunmamın öncesinde tezimde yaptığım çalışmalar ve ilgili konular hakkında kısa bir sunum yapmalıydım. Kendime güveniyordum, sunum yapmak benim başarılı olduğum konulardan birisidir. Kendime güvenim daha da yükseliyordu savunma tarihi yaklaştıkça, çünkü çalışmalarıma ve ilgili konulara fazlasıyla hakimdim. Dünyada da yeni yeni gelişen bir konu olduğu için ayrıca heyecanlıydım çünkü tarih itibariyle bu konuda ülkemizde yapılmış olan ilk lisansüstü çalışmalardan birisi olacaktı benim çalışmam. Savunma tarihi geldiğinde panik yapmama sebep olmayacak bir hafif heyecan ile salona geçtim … ve sunumuma nasıl giriş yapacağımı hiç düşünmediğimi fark ettim!

Akademik başarı sınav ve benzeri bazı standartlaştırılmış ölçüm yöntemleri ile ölçülemeyecek kadar subjektif bir konu benim gözümde. Ben, yazının giriş bölümünde bahsedilen yüksek not ortalamalı bilim insanlarından birisi değilim. Aksine, oldukça uzun ve not/puan açısından kıt geçen bir lisans hayatım vardı. Yüksek lisans eğitimine başlayabilmek için gerekli olan minimum not ortalaması barajını ucu ucuna sağlayarak başladı lisansüstü hayatım. Fakat bunun önemli bir kıstas olmadığını hem ben, hem de beraber çalıştığım hocalarım biliyorduk. En büyük dayanak noktam buydu benim. Henüz lisans hayatımın ortasındayken araştırma laboratuvarlarında çalışıyor ve makale yazabilmek için uğraşmaya başlamıştım. Bu motivasyonla başlayarak lisans yıllarımdan 2 yıl ve sonrasında lisansüstü dönemindeki çalışmalarım sayesinde henüz yüksek lisansım bitmeden basılmış makalelerim ve kitap bölümlerim vardı. Bu noktada konunun benim açımdan mutluluk verici fakat ülkemizin akademik üretkenliği açısından vehametini gösteren bir tablo ile karşı karşıyaydım. Benim mezun olduğum bölümden yüksek not ortalamaları ile mezun olmuş, geçmiş yıllarda akademik kadro almış ve çeşitli unvanlarla derslere giren bazı akademisyenlerden daha fazla akademik çıktı üretmiştim ben bu kısa süreçte. Bu işi bu ülkede hakkını vererek sürdürmenin ne kadar zor ve yıpratıcı olacağının bu erken göstergesi sayesinde hedefim, yurt dışında çalışabilmek olarak tekrar netleşmiş oldu. Bunun için de yayınlanmış makalelerimin kaliteli olması gerekiyordu.

“Merhaba hocalarım” desem çok mu laubali olurdum? Yoksa “Hocalarım, sevgili arkadaşlar ve dinlemeye gelen herkes” gibi daha resmi bir açılış mı yapmalıydım? Tüh, salondaki bilgisayar da sorun çıkarttı, sunumum açılmıyor bir türlü…

Hah, oldu! “Sayın hocalarım ve sevgili arkadaşlarım; sinir hasarlarında yenilenmeye yardımcı kılıf ve yamaların 3D üretimi ve uygulamaları” başlıklı yüksek lisans tez sunumuma hoş geldiniz.” Başladık…

Anlattıkça anlatıyordum. Konu hakkında her saniye yeni bilgiler aklıma geliyor ve normalde 20–25dk sürmesi gereken sunumum uzadıkça uzuyordu. Fakat dinleyicilerde bir sıkılma belirtisi de göremiyordum. ‘Bunu atlayamam, anlatmazsam tezdeki bu nokta havada kalır’. ‘Bundan bahsettiysem şunu da dile getirmeliyim’. ‘Aha! Burası çok keyifli bir bilgi!’…

“Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.”

Vuu, 1 saati geçmiş! Sunum sonrasındaki sözlü savunma da yaklaşık 1 saat sürüyor ve artık bir yüksek lisans mezunuyum. İşte bu birkaç damla gözyaşını hak eden bir olay!

Başarılı sayılmanın ölçütlerinin ne olup ne olmadığını tekrar tartışmamız gerekirse çizgileri nereden çekmemiz gerekiyor? Bir kere bu konunun objektif olmadığından bahsetmiştik. Bunu biraz açabiliriz sanırım.

Başarı kavramı tek bir parametreye bağlı olarak ölçülebilecek bir konu değil aslında. Değerlendirilen kişinin geçmişi ve şu an içinde bulunduğu ortam, başarı için seçeceğimiz kıstasların her birisini değiştirebilecek etmenler ve bunların her biri, farklı kişiler için değişkenlik gösterecektir. Yalnızca bu sebepten dolayı bile başarının genellenemeyecek bir konu olduğunu görebiliyoruz. Fakat yine de bir yerlerden bir çizgi çekmemiz gerekiyor ki bazı değerlendirmeler yapabilelim. İşte bu noktada, benim oldukça ilgi çekici olduğunu düşündüğüm bir örnek vermek istiyorum.

Amerika Birleşik Devletleri bünyesinde yüksek bütçeli Ivy League okullarının öğrenci kabullerinde, biraz da kendi aralarındaki rekabetten kaynaklanan, “mükemmel öğrenci” profili oluşmuş durumda. Bu profil de başarı kıstası yaptığımız zaman genel çerçeve gibi algılanıyor ve buna bağlı olarak da ölçeklendirmenin sınırları belirginleşmiş hale geliyor. 4.0 not ortalaması, bununla birlikte düzenli bir hayat, sosyal gönüllülük faaliyetleri, başarılı bir spor hayatı… Şu anda bütün bunlar öyle bir noktaya gelmiş durumda ki tüm bu bireysel farklılık yaratabilecek nitelikler bile standartlaşmış halde. Herkes bir sosyal gönüllülük projesine katılıyor çünkü bir Ivy League okuluna girebilmek için gerekiyor bu. Herkes lisans seviyesinde 4.0 not ortalamasının yanında daha üst seviyelerden dersler alıyor çünkü resmi olarak öyle olmasa bile bu okulların giriş şartlarından birisi bu (bazılarında gerçekten de şart bunlar hatta!). Ancak paragrafın başında da belirttiğimiz gibi, bunları herkes yapıyor artık. Otomatikleşmiş bir şekilde standart bir formata sokulmuş niyet mektupları, o yaz Afrika’da hangi acil yardım merkezinde çalıştığınız bölümdeki yardım kuruluşunun adını değiştirerek yazılabiliyor. Yalnızca niyet mektuplarının monotonlaşması hakkında bile yazılmış pek çok yazı var ve bu okulların kabul birimleri artık bu tür benzer “tecrübeleri” yazan öğrencileri 2. aşama görüşmelerine bile kabul etmiyor. Çünkü tekrar tekrar dediğimiz gibi, bu durum normalleştirilmiş bir seviyeye gelmiş artık.

1 Ay Önce (2021)

Hazırım. 4 aydır çalışıyorum. Zaten çoğunluğu bildiğim konulardı. Yeni öğrenmem gereken konu yoktu denilebilir. Yapabilirim!

Doktora yeterlik sınavı gerçekten göz korkutan bir sınav. Önce yazılı sınav ve başarılı olunması durumunda sonrasında jürilerin sizi terlettiği bir sözlü sınav. Sorumlu olduğunuz konular ise her şey! Hangi konuyu ne kadar derinlerine kadar çalışmanız gerektiği meselesi oldukça belirsiz çünkü herkes her an her şeyi sorabilir bu sınavda.

Hazırım. Zayıf olduğum 1–2 konu var fakat o kadar da olur sanırım. Olur değil mi? Ama daha büyük bir sorun var, ben sınavlarda başarılı olan bir öğrenci değilim! Lanet olsun…

Neyse, yazılı sınav geçti. Soruların hepsini biliyordum, hepsi hakkında yazabileceklerim vardı. Şimdi asıl zorlayıcı kısımda sıra, sözlü sınav.

2.5 saat sürdü sözlü. Bazı kısımları çok acı vericiydi. Aslında bildiğim, fakat bir an cevap veremedikten sonra devamının da çığ gibi katlanarak cevapsızlık içinde geçtiği ızdıraplı bir süreç… Neyse ki bir süre sonra açıldım ve daha rahat ve iyi bir şekilde cevaplayabildim devamında gelen soruları. Bu da bitti. Başardım! Daha iyi olabilirdi, daha iyi olmalıydı. Ama bu şekilde de olsa, bir şekilde oldu. Sonunda hayatımda çok önemli bir dönemeçten döndüm. Aslında bu sınav hakkında çok daha fazla şey yazabilirim diye düşünüyordum fakat bunlardan fazla ve farklı 1 cümle dahi yazasım gelmiyor. Geçti ve bitti. Bu kadar…

Peki yukarıda bahsettiğimiz bu öğrencilerin hepsi aynı üretim bandından çıkmış gibi özelliklere sahipse, başarı ölçütü olarak ne gösterebiliriz? Veya sırf kabul şartlarında herkes bu özelliklere sahip diye yapılan/sahip olunan özellikler sizi başarılı mı yapar?

Kimilerine göre evet, ama bana göre hayır. Ben standartlaştırılmış başarı ölçütleri düşünüldüğü zaman genellikle işin “başarısız” tarafında olan bir öğrencilik hayatına sahip olduğum için bu konuya farklı bir bakış açısı ile baktığımı düşünüyorum. Sonuçta lisansüstü seviyeye geçtiğiniz an, akademik araştırma hayatına atıldığınız an bambaşka bir dünyaya girmiş oluyorsunuz. Başarı ölçütleri birden farklı bir skalada ölçülmeye başlıyor. Benim takıldığım nokta da tam olarak burası aslında;

Farklı kıstasların kullanıldığı farklı dünyalar arasında geçiş yapabilmek için bu iki farklı ölçü birimlerini kullanarak karşılaştırma yapmak, bireyleri bunlara göre değerlendirmek ne kadar doğru?

Bu konu bizi farklı bir noktaya taşıyor. Lisansüstü eğitim hayatının başarı kriterleri daha mı doğru diğerine göre? “Publish or perish” (yayın yap veya yok ol) felsefesinin araştırmacıları motive etmekten ziyade olumsuz sonuçlara sürüklediği pek çok sefer gösterilmişken biz bu başarı çizgisini nereden çekebiliriz?

Publish or perish mentalitesi veya bir araştırma laboratuvarının sürekliliğinin sağlanabilmesi için gerekli olan fonların elde edilebilmesi için yazılan proje başvuruları düşünüldüğü zaman nitelik ve nicelik arasındaki ilişkiyle karşılaşıyor bu sefer de. Bir fon bulma baskısı altında yapılan araştırmaların niteliğindeki düşüşün altına gerçekten de bir sebep bulmamız gerekiyor mu? Bu tür baskıların herkes için olumlu sonuçlara yol açmadığı pek çok sefer gösterilmişken, Post-Doc başvurusu yapan bir araştırmacı CV’sini güçlendirebilmek için yayınlarında niteliğe mi niceliğe mi önem vermeli sizce?

Bu ve benzeri sorular uzun zamandır tartışılıyor akademik çevrelerde. Yayın kalitelerinin ölçütlerinin adaletsizliği veya farklı disiplinlerde çalışan araştırmacıların aynı frekansta makale yayınlayabilmesinin imkansızlığı gibi konular belki de hiçbir zaman kesin bir sonuca ulaşamayacak bazı sorunların temelini oluşturuyor. Yakın zamanda çözülebilecek bir sorun değil karşımızdaki fakat en azından genel bir çerçeve içerisinde kaynağı görebiliyoruz. Bu da bizi değerlendirme esnasında subjektifliğe götürüyor. Laboratuvarına başvurduğunuz 2 ayrı hocadan birisi sizi yayın sayınıza veya “kaliteli” dergilerde yayın yapıp yapmadığınıza göre değerlendirebilirken bir başkası araştırma grubuna getirebileceğiniz tecrübe ve yenilikçi fikirlere göre değerlendirebiliyor.

Nihayetinde bütün olay bireysel düşüncelere kadar indirgenebiliyor akademik başarının değerlendirilmesinde. Yaptığınız işi sevdiğiniz ve devam etmek istediğiniz sürece buna yönelik adımlar atmaktan kaçınmıyorsunuz. İçiniz rahat olduğu sürece aslında kendinizi başarılı saymakta zarar yok. İşinizi hakkını vererek yapıyorsanız evet başarılısınız.

Siz şimdi ortalamanız düşük diye bu yola giremeyeceğini düşünen, veya ortalaması yüksek diye her şeyin çok iyi gideceğini düşünen sizler, ben olsam bu konuları yeniden değerlendirirdim…

Originally published at http://52haftabilim.wordpress.com on July 24, 2021.

--

--